Friday, January 28, 2011

Başla.

En başta sahildeyiz. Yanımda annem var. Suya ayaklarımızı sokmuşuz. Konuşuyoruz falan. Fark ediyorum ki su 5-10 metreden sonra hemen derinleşiyor. Sonra bir kıpırtı... Ne var diye bakıyorum, annemi yarım kulakla dinliyorum. Sanki köpek balığı gbi bir şey var. Ne alaka lan diyorum kendime, olur mu. Fakat her şey bir anda oluyor. Köpek balığı çok hızlı, annem daha fark edemedi belki de. Suyun içine doğru çekiliyoruz, kaçmak için zamanımız bile yok. Anneme kaç diyorum, çabuk sudan çık. Annem hala farkında değil herhalde, ama aceleyle çıkıyor. Ben köpekbalığına doğru yüzüyorum, o yüzden dikkati bana yoğunlaştı, o da bana doğru geliyor. Annem daha tamamen sudan çıkamadan karşılaşıyoruz ve hayvanın burnuna yumruk atıyorum. Evet, kafamda olan bu. Anlık kurtuluş reçetesi. Fakat suyun içindeyken sert vurmak çok zor. İlkinde irkiliyor hayvan biraz, geri çekiliyor. İkincisinde tüm gücümü toplayıp tekrar vuruyorum burnuna, sonra bir daha. Hayvan yönünü değiştiriyor, ben de bunu fırsat bilerek hemen kıyıya çıkıyorum. Niye böyle bir şey yaptım, ben de kaçmadım? Bilmiyorum. O an kaçamazmışız gibi geldi belki de çok hızlıydı. Köpekbalığıyla ilgili, hatırlamadığım farklı kaynaklardan bir şey öğrenmişsem, o da tehlike anında burunlarına yumruk atılması gerektiği. Öğrenilmiş hayatta kalma yöntemi ya şimdi bir işe yarayacak, ya da ben zaten boşuna yaşamışımı empoze etti belki o anda bilinçaltım. O anda bilinçsizce kabul ettiğim başka şey de "annem bunu bilmiyor" olabilir belki. Sonra çıkınca fark ettim ki annem köpekbalığını hiç görmemiş. Belki ben de görmedim.

Bunu anlattım işte. Dinlemediler. Ben de gittim. Bağlayan bir şey olmadığı için beni herhangi bir yere, durmadım gitti. O ülkenin, bu şehrine, hastanelerin şu metodla çalıştığı yere gittim işte anla artık, arama. Bağdaştırma. Kafamı ne meşgul edecekti ki? Önce gidip bir çorba içeyim. Çorbacı. Önemli olan o şimdi, acelem olmaması gerekir. O yüzden çorbaya, çorbacıya önem vermem gerekir. Ayrıca farklı olmam da gerekiyor, o yüzden diğer insanlarının önceliklerinin arasından okumayı önceden bilen ilkokul 1 çocuğu gibi sıyrılan çorba benim için çok önemli. Benim kafamda, ama diğerleri de hissetsinler işte, benim en büyük derdim çorba, ama boş olduğumdan değil, milyarlarca insanla aynı şeylere değer verenler anlasın, daha da iyisi anlayamasın benim çorbamın asilliğini, ironisini. Değil mi? Ben de kendimi kandırmadığıma kendimi ikna edeyim bir yandan. Tabii gerçekten bir şeyler yemem de gerek.

Bir lokantaya girdim. Evet, garsonun dilinden anlıyordum. Çorba istedim. Adamın çorba çeşitlerini saymasını, o çorbalara arasından birini seçmenin mücadelesini vermeyi istemiyordum. Ama karşı çıkmak daha da yorucu olurdu. Adam sayacaktı veya menü verecekti elime. Nasıl bir lokanta olduğuna pek dikkat etemedim. Menüyü tercih ederdim galiba, ama adam saymaya başladı. İlkini ezberime aldım, diğerlerini dinleme zahmetine girmedim. Öyle bir çorba duymamıştım hiç, belki de bildiğim bir çorbanın değişik bir ismidir adamın söylediği. Çorbam gelene kadar ne yapacaktım peki? Düşünmeye katlanabilecek miydim? Gerekli veya gereksiz bir şeyle çok ilgilenmem lazım. Çorbayı geçtim, zaten onunla hakkını vererek ilgilenemedim. Adamın çorbayı

No comments: